Sevgili arkadaşlarım, özellikle beni hiç tanımayanlar ve yazılarımla ilgilenenler öncelikle sizlere sözüm..
Ben pek bir gizli kapaklı blog işine girmiştim, amacım günlük tutmaktı.. Kızdıklarımı, hayallerimi yazmak bazen dedikodu yapmaktı ama beceremedim.. Arkadaşlarım çok okumak istedi ve bloğumu başka yere taşıdım. Kendi ismim, cismim, daha gerçeklerle.. Amacım kimseyi kandırmak değildi elbet sadece gizlice takılmaktı.. Bir süre burayı da tuttum yaklaşık 1-2 ay kadar. Dedim ki kendime, arada bir çok özelleri buraya yazarım. Ama olmadı, ikisi bir arada gibi oldu. Yönetemedim özetle. Saçma geldi, iki blog aynı şeyleri yazdığım iki blog..
O yüzden burayı durduruyorum şimdilik..
Sizleri de diğerine davet ediyorum. Orası şimdilik daha bakımsız bir bahçe gibi, toparlayacağım elbet. Eğer isterseniz, tekrar gelmek, okumak, takip etmek çok beklerim bende sizi..
Özellikle beni hiç yalnız bırakmayan neredeyse her gönderime yorum yapan sevgili +Kahve Tadında çok isterim seni görmek tekrar, +Esra Ebru Bolat seni de tabii ki.. Şimdilik böyle..
Çok teşekkürlerle..
Yeni adres: http://yaseminselmuhabbet.blogspot.com.tr/
Uzaydan Değil Vallahi Dünya'dan
9 Mayıs 2014 Cuma
5 Mayıs 2014 Pazartesi
Hıdrellez ve 5 Mayıs
Bugün Hıdrellez..
Kağıtlar, kalemler çizilmiş toprağa gömülmüş ve O'na yakaran eller beklemiş umutla.
Toprağın verimiyle beslenen tüm dilekler geri dönmüş hayata..
Ve benim canımın canı..
İçimin parçasını bana vermiş Yaradan..
Bundan güzel Hıdrellez, bundan güzel bahar bayramı olmaz ki benim için..
İyi ki doğdun canım, arım, canım..
Canim yarim..
Mayıs'a başlarken...
Uzun aralar geçti yine. Halbuki ben günlük tutacaktım değil mi? Düşünün, o kadar yoğun kendi içine kapalı ve sıkıcı günler geçirdim ki, hiç bir şey yapasım gelmedi, enerjim yoktu ve daha da doğrusu insani faaliyetlerde bulunmadım.
Geçtiğimiz hafta Çarşamba günü yani 30 Nisan'da Doktora Yeterliliği'me girdim.. Sabah 8 itibari ile önce yazılı öğleden sonra jürinin karşısına çıktım. Nasıldı? Yazılı sınav gerçekten iyi geçti, hem sorular, hem sakinliğim hem de kocaman bir sınıfta yapayalnız olmam beni son derece olumlu etkiledi. saat 1 gibi yazılı sınavımı verdim, saat 15.30'da da jüri beni bekliyordu...
Tahmin edersiniz ki jüri önüne çıkmak hayli heyecan verici. Başlar başlamaz beni dışarıya çıkardılar, kağıtlarımı okudular. Sonra tekrar içeri ve jüri başladı. Güzin Hoca bana yazılıda sorduğu soruyu tekrar açıklattı, ilk olması sebebiyle heyecanlandım tekledim, tükledim..Soruyu tekrarlattım daha komiği :)) Neyse sonra Oya Hocaya geçti aşağı yukarı Güzin hocayla aynı soruyu sordu ve ben yine aynı şeyleri söyledim, aynı şeyleri söyledikçe daha da heyecanlandım ve diğer hocaya geçti sağolsun o da yaklaşık bir soru sordu. Gerçekten aylardır 100 şeye çalıştıysam sınavda bana 1 soru sordular, aynı şeyi dönüp dönüp sordular ve bende dönüp dönüp söyledim..
Dolayısıyla oldukça perişan oldum çıkınca da kendimi hiç iyi hissetmedim.. Gayet kötü bir sınavdı bence.. Ha bu arada, evet geçtim.. Sınav bitmeden beni geçirdiklerini söylediler. Ohhhh mu? Ehh kısmen...
Tabii 30 Nisan'ın ardından güzel olan ertesi günün 1 Mayıs tatil olmasıydı.Uyandım geç bir saatte ve güzel bir kahvaltı.. Hak etmiş miydim? Evet :)
Sonra bir boşluk.. Ee n'apacağım şimdi? Molly ile birlikte kendimi sokaklara attım, uzun uzun yürüdük Bağdat Caddesi'nde, bir kahve içtik o su içti tabii :)), sevdik sevildik derken dönerken çiçek aldım. Bahar çiçeklerimi, hayatımda ilk kez çiçek diktim. Mini gül aldım ve diktim sonra bir orkidem oldu.. Bahçeyi suladım, kapımın önünü temizledim.. Bildiğin insani faaliyetlerde bulundum, mutlu oldum ben çook :))
İşte çok sıkıldığında, sıkıştığında sonrasında yaptığın her şey seni o kadar mutlu ediyor ki.. Bir eşikten atlamak ve sonrasında özgür olmak asıl tadı veren şey..O gün içtiğim kahvenin tadı damağımda, öyle bir hal..
Mayıs güzel geldi işte :)
Geçtiğimiz hafta Çarşamba günü yani 30 Nisan'da Doktora Yeterliliği'me girdim.. Sabah 8 itibari ile önce yazılı öğleden sonra jürinin karşısına çıktım. Nasıldı? Yazılı sınav gerçekten iyi geçti, hem sorular, hem sakinliğim hem de kocaman bir sınıfta yapayalnız olmam beni son derece olumlu etkiledi. saat 1 gibi yazılı sınavımı verdim, saat 15.30'da da jüri beni bekliyordu...
Tahmin edersiniz ki jüri önüne çıkmak hayli heyecan verici. Başlar başlamaz beni dışarıya çıkardılar, kağıtlarımı okudular. Sonra tekrar içeri ve jüri başladı. Güzin Hoca bana yazılıda sorduğu soruyu tekrar açıklattı, ilk olması sebebiyle heyecanlandım tekledim, tükledim..Soruyu tekrarlattım daha komiği :)) Neyse sonra Oya Hocaya geçti aşağı yukarı Güzin hocayla aynı soruyu sordu ve ben yine aynı şeyleri söyledim, aynı şeyleri söyledikçe daha da heyecanlandım ve diğer hocaya geçti sağolsun o da yaklaşık bir soru sordu. Gerçekten aylardır 100 şeye çalıştıysam sınavda bana 1 soru sordular, aynı şeyi dönüp dönüp sordular ve bende dönüp dönüp söyledim..
Dolayısıyla oldukça perişan oldum çıkınca da kendimi hiç iyi hissetmedim.. Gayet kötü bir sınavdı bence.. Ha bu arada, evet geçtim.. Sınav bitmeden beni geçirdiklerini söylediler. Ohhhh mu? Ehh kısmen...
Tabii 30 Nisan'ın ardından güzel olan ertesi günün 1 Mayıs tatil olmasıydı.Uyandım geç bir saatte ve güzel bir kahvaltı.. Hak etmiş miydim? Evet :)
Sonra bir boşluk.. Ee n'apacağım şimdi? Molly ile birlikte kendimi sokaklara attım, uzun uzun yürüdük Bağdat Caddesi'nde, bir kahve içtik o su içti tabii :)), sevdik sevildik derken dönerken çiçek aldım. Bahar çiçeklerimi, hayatımda ilk kez çiçek diktim. Mini gül aldım ve diktim sonra bir orkidem oldu.. Bahçeyi suladım, kapımın önünü temizledim.. Bildiğin insani faaliyetlerde bulundum, mutlu oldum ben çook :))
Orkidem.. Bakabilirim umarım..
Mini güllerim, sanırım çok dayanmıyorlarmış... Neyse bakacağız artık..İşte çok sıkıldığında, sıkıştığında sonrasında yaptığın her şey seni o kadar mutlu ediyor ki.. Bir eşikten atlamak ve sonrasında özgür olmak asıl tadı veren şey..O gün içtiğim kahvenin tadı damağımda, öyle bir hal..
Mayıs güzel geldi işte :)
Etiketler:
çiçek
,
dekorasyon
,
doktora yeterlilik
,
gül
,
güzellik
,
orkide
,
sınav
,
stres
9 Nisan 2014 Çarşamba
Doktora Yeterlilik.. Yettim Gari..
Tamam bende evet geçirdim ve yeterliyim diye şuralarda bağırınmak, zıpır zıpır zıplamak isterdim ey okuyucu!
Amma ve lakin henüz daha çocuk rahim yoluna girmiş ıkınma sürecindeyim.
İnanır mısın suni sancıyla doğurmaya çalışıyor gibiyim..
Aklımdakiler aklımda mı, çalıştıklarımı gerçekten çalıştım mı bilemiyorum.. ben nasıl çalışıyorum hiçç beğenmiyorum kendimi, eh zaten burada başlıyor içsel sorgulamalar.
İşten gel ders çalışmak için zorla, yemek falan vs işlerini hallet saat 9'da otur sonra çalışmaya çalışırken uykun gelsin, uykuyla savaş hamurişi ya da şeker tüketme, çaya kahveye aban, falan derken hoppala güm yatak ve ertesi gün.. Sadece hafta sonu kapanabilirsen ne ala.. Arkadaşım böyle doktora yapılmaz aslında, derdim bu..
tamam işe gidiyoruz yeterliliğe hazırlanıyoruz her şey güzel.
Lakin iş yerinde çılgınca işlerin birikmesi, sürekli adımın çağırılıyor olması, sürekli bu acil bunu yetiştirelim denmesi şu aranın en enteresan olayı. Kamu görevlileri 8-5 çalışırlar kardeşim, bizde bir yerde bunun için ordayız, lakin benim üzerimde bir özel sektör havası var, eve iş götürmeler, hafta sonu sunum hazırlamalar, hastayken yazılar yazmalar falan. Gerçekten kamunun tarihine geçeceğim.. Bi şutlanmam eksik ki aman yeller alsın, sular seller aksın..
Neyse aslında sıkıcı ve daral bir süreç.
Yazamıyorum buraya da bir şey hiiç zamanım yok.
Şimdi biraz odaya çekildim de ders çalışmaya.. Ondan yazdım.. Yani pabucumun dersi oldu bu gece de..
Dün Esrayla iş çıkışı şööyle bir yürüdük, Gülhane Parkı'na gittik bir kahve sonrasında Galata'da oturduk biraz iyi geldi. Ama bu öyle bir süreç ki her yaptığından pişman olduğun, hep çalışmam gerek diye kendine baskı yaptığın, bulunduğun ortamda da bulunamadığın zamanlar.. Ki bugün tez hocam da tipimi görüp dur ben sana sarılayım moral vereyim dedi, düşünün :)
Şikayet değil bunlar. Durum bildirimi. Hani yoktum ya ne zamandır. Bunlardan sebep.
Gölgelerin Gücü Adınaaaa!Esra ve Ben :)
Bu ağacı çok sevdim, kim yaptıysa eline sağlık, çok cici..
Bu da Gülhane'nin bitiminde, Sarayburnu'nda Setbaşı çay bahçelerinden İstanbul..
Ps. Sevgili +Kahve Tadında ve diğer arkadaşların "mim" yazılarına karşılık veremedim, ilgileneceğim, burada hatta bir açılım yapmayı da düşünüyorum ama şu Nisan'ı bir atlatalım arkadaşlar, bana biraz özel izin piliiizz :))
Amma ve lakin henüz daha çocuk rahim yoluna girmiş ıkınma sürecindeyim.
İnanır mısın suni sancıyla doğurmaya çalışıyor gibiyim..
Aklımdakiler aklımda mı, çalıştıklarımı gerçekten çalıştım mı bilemiyorum.. ben nasıl çalışıyorum hiçç beğenmiyorum kendimi, eh zaten burada başlıyor içsel sorgulamalar.
İşten gel ders çalışmak için zorla, yemek falan vs işlerini hallet saat 9'da otur sonra çalışmaya çalışırken uykun gelsin, uykuyla savaş hamurişi ya da şeker tüketme, çaya kahveye aban, falan derken hoppala güm yatak ve ertesi gün.. Sadece hafta sonu kapanabilirsen ne ala.. Arkadaşım böyle doktora yapılmaz aslında, derdim bu..
tamam işe gidiyoruz yeterliliğe hazırlanıyoruz her şey güzel.
Lakin iş yerinde çılgınca işlerin birikmesi, sürekli adımın çağırılıyor olması, sürekli bu acil bunu yetiştirelim denmesi şu aranın en enteresan olayı. Kamu görevlileri 8-5 çalışırlar kardeşim, bizde bir yerde bunun için ordayız, lakin benim üzerimde bir özel sektör havası var, eve iş götürmeler, hafta sonu sunum hazırlamalar, hastayken yazılar yazmalar falan. Gerçekten kamunun tarihine geçeceğim.. Bi şutlanmam eksik ki aman yeller alsın, sular seller aksın..
Neyse aslında sıkıcı ve daral bir süreç.
Yazamıyorum buraya da bir şey hiiç zamanım yok.
Şimdi biraz odaya çekildim de ders çalışmaya.. Ondan yazdım.. Yani pabucumun dersi oldu bu gece de..
Dün Esrayla iş çıkışı şööyle bir yürüdük, Gülhane Parkı'na gittik bir kahve sonrasında Galata'da oturduk biraz iyi geldi. Ama bu öyle bir süreç ki her yaptığından pişman olduğun, hep çalışmam gerek diye kendine baskı yaptığın, bulunduğun ortamda da bulunamadığın zamanlar.. Ki bugün tez hocam da tipimi görüp dur ben sana sarılayım moral vereyim dedi, düşünün :)
Şikayet değil bunlar. Durum bildirimi. Hani yoktum ya ne zamandır. Bunlardan sebep.
Gölgelerin Gücü Adınaaaa!Esra ve Ben :)
Bu ağacı çok sevdim, kim yaptıysa eline sağlık, çok cici..
Bu da Gülhane'nin bitiminde, Sarayburnu'nda Setbaşı çay bahçelerinden İstanbul..
Ps. Sevgili +Kahve Tadında ve diğer arkadaşların "mim" yazılarına karşılık veremedim, ilgileneceğim, burada hatta bir açılım yapmayı da düşünüyorum ama şu Nisan'ı bir atlatalım arkadaşlar, bana biraz özel izin piliiizz :))
25 Mart 2014 Salı
Hayran Olduğum Kadın Modeli
Heyyamola bloğum n'abersin aşkitom?
Ben yokken ve de sen yokken benim hayatımda değiştik mi dersin?? Yok kuzum, ben bildiğin ben işte..
İşlevsel yoğunluklardan, aman aman koşturmalardan yazamadım anacım.. Son günlerde takıldım bir de Hay Day adlı çiftlik oyununa.. Buğdayım, balkabaklarım, mısırım, tavuğum, ineğim, koyunum, domuzum falan derken hep oyun oynuyorum boşluklarda. Sürmenaj olmayayım okumaktan, çalışmaktan diye takıldım işte.. Tereyağ yapıyorum, krema, peynir, pasta, turta, koyunlarımın yünlerinden efendim kazaklar yapıyorum. Ya mandıranın başındayım ya da yem makinasının e tabi bir sürü hayvanım var.. Ben mutlu onlar mutlu inanır mısın? Çiftliğim çok güzel oldu vallahi, bir tasarım harikası.. Genişleyeceğim diye ağaçları kesmeden ilerliyorum, bir ağaç ne kadar önemlidir oysa ki, bilen var mı aramızda?
Bunun dışında ülke gündemi malum hiç girmeyeceğim mevzulara. Bir deli kuyuya taş atmış bilmem kaç bin kişi çıkaramamış...
Tüm bunların ışığında, odağında, bahsinde tuhaf havalar geldi. İnsanlar buna bahar diyorlar.
Bahar..
Bence tuhaf havalar.. Bir kere güneş var ama soğukta var, yağmur var ama sıcak da var.. İşte benim gibi hem allerjik reaksiyonları bol hem de giyim-kuşam kültürü yere yakın olan biri için en zor zamanlar. Mont giyiyorum olmuyor, içime ince giysem üşüyorum, dışarısı soğuk olunca ofis sıcak, ofise göre giyinsem dışarı soğuk, beğendiğimi giyinsem iş yerine saçma, iş yerine göre giysem kendime saçma..Ayyy! işte bu noktada ben çok iyi giyinen kadınlara hayranım.. Her kıyafete her ani duruma her mevsime göre ayrı kıyafetleri var.
Ki benim yok gibi, sanki, öyle mi?
Valla varsa da ben bulamıyorum kendilerini. Beceremiyorum.
Misal taytlarım var, ben çok seviyorum kendilerini.. Sürekli onları giyesim var..
Bazen bacaklarım da üşümyor değil.. Ama en kolay onlar. Yıka, giy ütü bile gerekmez sadece popitonu kapatacak bir şey at üstüne yeterli bence. Yani ben kapatıyorum başkasının popitosuna karışmam. İşte içimde onlarca sorular.. Ben hep tayt giymeliyim, yarın tayt mı giysem?, -"Haydi Çıkıyoruz Ilgın" -"Tamam", hoop tayt..
(Yandaki de ben hahahahahhhdycbıtyubtc)
Bunun bir sonu olmalı.. Kendime bir ikoncan bulmalıyım bana el atsın. Aslında var ikoncanlarım da bana atmıyorlar o eli..
Misal Emine.. Hep güzel giyinir, hep en kaliteliyi en ucuza bulur, işsizken bile çok güzel alışveriş yapar.. Ama ben, düdük! Düşünemiyorum işsiz kaldığımı... Eskileri bulup bulup giyerimm, kesin..!!
Sanırım benim aksesuar ve ayakkabı takıntım var.. Onlarda beceri gücüm giyim kuşama göre daha yüksek. Hem en çok onları alıyorum, hem çok iyi analiz ediyorum falan.. Ama aynı yeteneği kıyafetler için taşımayan bünyeme ne diyeyim.?!
Bak bu da geçen hafta aldığım çivit mavisi ayakkabılarım.. Ayyy ne sevdim ne sevdim.. Bayılıyorum ayakkabıya, takıya, tukuya..:)
İşte bunun üzerine ne giymeliyim?
1.Nude bir elbise
2. Bilekte, dar kesim kot, or beyaz pantalon?
3. Etek, ama ne renk?
İşte şimdi ikoncan olsam bu yolda ilerler, hedefimi, stratejimi belirler tüm mağazaları ya da internet dükkanlarını dolaşırdım..
Ama biri bana yardım etsin istiyorum.
Zor değil mi bu işler kuzum?
Ben yokken ve de sen yokken benim hayatımda değiştik mi dersin?? Yok kuzum, ben bildiğin ben işte..
İşlevsel yoğunluklardan, aman aman koşturmalardan yazamadım anacım.. Son günlerde takıldım bir de Hay Day adlı çiftlik oyununa.. Buğdayım, balkabaklarım, mısırım, tavuğum, ineğim, koyunum, domuzum falan derken hep oyun oynuyorum boşluklarda. Sürmenaj olmayayım okumaktan, çalışmaktan diye takıldım işte.. Tereyağ yapıyorum, krema, peynir, pasta, turta, koyunlarımın yünlerinden efendim kazaklar yapıyorum. Ya mandıranın başındayım ya da yem makinasının e tabi bir sürü hayvanım var.. Ben mutlu onlar mutlu inanır mısın? Çiftliğim çok güzel oldu vallahi, bir tasarım harikası.. Genişleyeceğim diye ağaçları kesmeden ilerliyorum, bir ağaç ne kadar önemlidir oysa ki, bilen var mı aramızda?
Bunun dışında ülke gündemi malum hiç girmeyeceğim mevzulara. Bir deli kuyuya taş atmış bilmem kaç bin kişi çıkaramamış...
Tüm bunların ışığında, odağında, bahsinde tuhaf havalar geldi. İnsanlar buna bahar diyorlar.
Bahar..
Bence tuhaf havalar.. Bir kere güneş var ama soğukta var, yağmur var ama sıcak da var.. İşte benim gibi hem allerjik reaksiyonları bol hem de giyim-kuşam kültürü yere yakın olan biri için en zor zamanlar. Mont giyiyorum olmuyor, içime ince giysem üşüyorum, dışarısı soğuk olunca ofis sıcak, ofise göre giyinsem dışarı soğuk, beğendiğimi giyinsem iş yerine saçma, iş yerine göre giysem kendime saçma..Ayyy! işte bu noktada ben çok iyi giyinen kadınlara hayranım.. Her kıyafete her ani duruma her mevsime göre ayrı kıyafetleri var.
Ki benim yok gibi, sanki, öyle mi?
Valla varsa da ben bulamıyorum kendilerini. Beceremiyorum.
Misal taytlarım var, ben çok seviyorum kendilerini.. Sürekli onları giyesim var..
Bazen bacaklarım da üşümyor değil.. Ama en kolay onlar. Yıka, giy ütü bile gerekmez sadece popitonu kapatacak bir şey at üstüne yeterli bence. Yani ben kapatıyorum başkasının popitosuna karışmam. İşte içimde onlarca sorular.. Ben hep tayt giymeliyim, yarın tayt mı giysem?, -"Haydi Çıkıyoruz Ilgın" -"Tamam", hoop tayt..
(Yandaki de ben hahahahahhhdycbıtyubtc)
Bunun bir sonu olmalı.. Kendime bir ikoncan bulmalıyım bana el atsın. Aslında var ikoncanlarım da bana atmıyorlar o eli..
Misal Emine.. Hep güzel giyinir, hep en kaliteliyi en ucuza bulur, işsizken bile çok güzel alışveriş yapar.. Ama ben, düdük! Düşünemiyorum işsiz kaldığımı... Eskileri bulup bulup giyerimm, kesin..!!
Sanırım benim aksesuar ve ayakkabı takıntım var.. Onlarda beceri gücüm giyim kuşama göre daha yüksek. Hem en çok onları alıyorum, hem çok iyi analiz ediyorum falan.. Ama aynı yeteneği kıyafetler için taşımayan bünyeme ne diyeyim.?!
Bak bu da geçen hafta aldığım çivit mavisi ayakkabılarım.. Ayyy ne sevdim ne sevdim.. Bayılıyorum ayakkabıya, takıya, tukuya..:)
İşte bunun üzerine ne giymeliyim?
1.Nude bir elbise
2. Bilekte, dar kesim kot, or beyaz pantalon?
3. Etek, ama ne renk?
İşte şimdi ikoncan olsam bu yolda ilerler, hedefimi, stratejimi belirler tüm mağazaları ya da internet dükkanlarını dolaşırdım..
Ama biri bana yardım etsin istiyorum.
Zor değil mi bu işler kuzum?
11 Mart 2014 Salı
Lahana İle İmtihanım
Her şey bundan üç hafta önce ne pişireceğimiz bilmememle başladı..
Marketteydim, sebze reyonunun önünde bir sağa bir sola bakmaktaydım.
Mevsimlerden kıştı aslında, hava sıcaktı ama aylardan şubattı..
Patlıcan, kabak, domates, biber alamazdım.
Karşımda kereviz, karnıbahar, pırasa, ıspanak vardı..
Acaba ne pişirmeliydim hmh?
Derken gözüme lahana ilişti. Lahanayla ne yapılırdı ki? Lahana sarma, kapuska, lahana kavurma, lahana çorbası aklıma ilk gelenler. Ha bir de turşu, ayy bayılırım..
Neyse lahanayı aldım eve gittim, kapuska yapayım dedim, yine en kolayı o, etleri soğanı kavur, lahanaları doğra, bol salça, acı, pişmeye yakın da bir tutam bulgur attın mı al sana şahane kış yemeği..
Ama ben düşünemedim.
Ben bir lahananın yüz elli gün dayanacağını, yapılan kapuskanın 3 günde biteceğini, kalan lahananın dolabı işgal edeceğini nerden bilebilirdim..
Annem bundan hiiiiççç bahsetmemişti, sahi bizim evde bu işler nasıl yapılıyordu yahu??
Neyse ben bir güzel kapuska pişirdim Sercan'la yedik, güzeldi, ama uzadı tabi, bitmek bilmedi. Kalan lahanayı sakladım buzdolabına, iyice sardım tabi..
Derken tam 3 hafta sonra poşeti gördüm bu ne yahu dedim. Sonraa aaa evet lahana buuuu diye çığlık attım.
Dolabımda sanki o üç hafta beni takip etmişti.
Allah'ım :))
Neyse korkuyla poşeti açtım, bozulmuş, kokuşmuş, küflenmiş bir sebze bekliyordum.
o da ne?
Lahana taş gibi.. Maşallah tık yok, inanamadımmm !!!!
Ya ben bunu ne yapacağım dedim kendime..
Off atsan atılmaz, satsan satılmaz..
Lahanayla ne yapılır sorusunu tekrar sorup, yemek dağarcığımın hiiiç gelişmediğini farkederek, yine n'aptım?
KAPUSKA :)
Ayda iki kez kapuska pişiren bir insan olmaktan gurur mu duysam, oturup ağlasam mı bilemedim..
Dün son tabağımızı yedik.
Sercan baydı.
Baydık...
Ve dolapta hala lahana var..
İki kişilik bir aile olduğumuza mı yansam, beceri yoksunluğuma mı?
Lahanayla n'apılır ki kuzum?
Yüz maskesi falan?
Olur mu ki?
:)
10 Mart 2014 Pazartesi
Gidenler, Kalanlar, "Aslında Hayat Bu" Diye Başlayan Cümleler
Evet başlıktan da anlaşılacağı gibi buhranlar, üzüntüler, sıkıntılar var..
Kişisel olarak herhangi bir kaybım, sıkıntım, üzüntüm yok.. Ama çevremde olanları son derece şeffaf benliğime benimmiş gibi algıladığım için dağınık ve bedbaht haldeyim Necla..
Cuma günü saat öğleden sonra 2 sularında, Cemal amcanın kötü haberi geldi.. Melike'nin kayınpederi, kuzum Can'ın dedesi.. Melike aniden haber alır almaz çıkmış odadan ağlayarak, beni de Esra aradı ağlıyordu, söyledi.. Cemal amca uzun süredir kanser tedavisi görüyordu ve son zamanlarda da durumu ağırlaşmıştı. Zaten beklenen haberdi. İşte bu olayın onlarca ama onlarca tarafı oldu birden bire.. İşin en bana uzak kısmından başlamak gerekirse..
Kendisini tanımam sadece Melike'den, Can'dan bilirim.. Melike'nin hep anlattığı Serkan'ın ona düşkünlüğü, çok iyi bir baba olması, çok iyi bir dede olması, onun iyi ki olması vs. Tabii ki ben geride kalanlara, o arkadaş ilişkili anne-çocuk baba-çocuk hallerinin yarım kalmasına, Allah'ın cezası kanserin herkesin yakasına yapışmasına üzüldüm. Çok üzüldüm..
Melike'nin haberi alır almaz iş yerini terk etmesiyle birlikte Gülistan ve ben Esra'nın yanında sessizce, tam 1 saat oturduk. Öyle arkasından, öyle ruh teslimatından, öyle içeriye ağırlık çökmesinden gözyaşları dökerekten ve üstüne Esra'nın halini ve durumunu düşünerekten ten ten ten, ağlaştık işte.
Darmaduman eve gidip üzerine yine babamı aynı hastalıktan kaybettiğimi düşünüp ve onun hiç bir şey yapamadığını, her işinin ve her şeyinin yarım kaldığını, kızının bırak evlenmesini, diğer çocuklarının hayatının geri kalanını, kızının üniversiteye bile girdiğini görememesine ve 50 yaşında bu hayata veda etmesine yandım.. Yine bir acı benimkine dokunmuş ve onu çıkarmıştı..
Ve dün Melike'nin bloğunda Serkan'ın babasına yazdığı yazıyı görünce mahvoldum.
Bittiğim an.
Cilasını çektim işte.
Ağlama dedi Sercan, yaşama içine girme..
Ama ne mümkün..
Kaçtım odaya devam ettim. Yapamıyorum işte. Yapamadım yani..
Düşündüm sonra, en güzel ölüm anneannemindi.. Yine yaşasaydı ne güzeldi, müthiş olurdu. Ama şu hayatta yapacaklarının çoğunu yapmış, tüm çocuklarını, torunlarını her şeylerini görmüş bir biçimde gitti. İşte ölüm öyle olmalıydı. Yarım kalan hiç bir şey olmamalı arkanda. Anneanneme üzülmedim mi, ağlamadım mı? Çok.. Ama hep bir iyi ki cümlesi de vardı yanında, ohh şöyle de oldu, böyle de oldu, bir iç rahatlığı.. Ve cenazesinde tüm torunları ve çocukları en büyük saygı ve en büyük sevgi içerisinde başındaydı.. Cenazesi, duaları son derece kalabalık son derece bereketli geçti.. İşte bir insan ölümden ne bekleyebilir ki, bu ölümler insana güzel geliyor.. Gerisi hep acı.. Hep yarım..
Tüm bunların da yanında "İş Minnoşları" adlı Whatsapp grubumuz son derece sessizdi,. Çünkü oraya da öyle ya da böyle içimizden birisinin acısı düşmüştü ve son derece saygılıydı herkes. Yine, tabii ki, elbette.. Tüm bu çok boyutlu yaşanmışlıklar kendini yeniden sorgulamana falan neden oluyor elbet.. Ama yine bir arkadaşlarınla gurur duyma ve onları yine çok sevme duygusuna da kapılmadım değil.. Ne güzel herkes. İçleri güzel işte..
Ve bugün pazartesi gözlerim şiş biçimde yerimde, işimde oturmaktayım. Çok fena geçti üstümden bu işler.
Hani burda da ağladım, ağladım lafı bir sinir, ama duygunun başka adı yok, var mı bilemedim?
Bir derin uff.. Bir derin nefes çektim şimdi.
Geçecek elbet.
Allah rahmet eylesin tüm gidenlere.
Bu da Can'ın bloğu, Serkan'ın babasına yazdığı yazı
Canlı: mavi gözlü dev!
Kişisel olarak herhangi bir kaybım, sıkıntım, üzüntüm yok.. Ama çevremde olanları son derece şeffaf benliğime benimmiş gibi algıladığım için dağınık ve bedbaht haldeyim Necla..
Cuma günü saat öğleden sonra 2 sularında, Cemal amcanın kötü haberi geldi.. Melike'nin kayınpederi, kuzum Can'ın dedesi.. Melike aniden haber alır almaz çıkmış odadan ağlayarak, beni de Esra aradı ağlıyordu, söyledi.. Cemal amca uzun süredir kanser tedavisi görüyordu ve son zamanlarda da durumu ağırlaşmıştı. Zaten beklenen haberdi. İşte bu olayın onlarca ama onlarca tarafı oldu birden bire.. İşin en bana uzak kısmından başlamak gerekirse..
Kendisini tanımam sadece Melike'den, Can'dan bilirim.. Melike'nin hep anlattığı Serkan'ın ona düşkünlüğü, çok iyi bir baba olması, çok iyi bir dede olması, onun iyi ki olması vs. Tabii ki ben geride kalanlara, o arkadaş ilişkili anne-çocuk baba-çocuk hallerinin yarım kalmasına, Allah'ın cezası kanserin herkesin yakasına yapışmasına üzüldüm. Çok üzüldüm..
Melike'nin haberi alır almaz iş yerini terk etmesiyle birlikte Gülistan ve ben Esra'nın yanında sessizce, tam 1 saat oturduk. Öyle arkasından, öyle ruh teslimatından, öyle içeriye ağırlık çökmesinden gözyaşları dökerekten ve üstüne Esra'nın halini ve durumunu düşünerekten ten ten ten, ağlaştık işte.
Darmaduman eve gidip üzerine yine babamı aynı hastalıktan kaybettiğimi düşünüp ve onun hiç bir şey yapamadığını, her işinin ve her şeyinin yarım kaldığını, kızının bırak evlenmesini, diğer çocuklarının hayatının geri kalanını, kızının üniversiteye bile girdiğini görememesine ve 50 yaşında bu hayata veda etmesine yandım.. Yine bir acı benimkine dokunmuş ve onu çıkarmıştı..
Ve dün Melike'nin bloğunda Serkan'ın babasına yazdığı yazıyı görünce mahvoldum.
Bittiğim an.
Cilasını çektim işte.
Ağlama dedi Sercan, yaşama içine girme..
Ama ne mümkün..
Kaçtım odaya devam ettim. Yapamıyorum işte. Yapamadım yani..
Düşündüm sonra, en güzel ölüm anneannemindi.. Yine yaşasaydı ne güzeldi, müthiş olurdu. Ama şu hayatta yapacaklarının çoğunu yapmış, tüm çocuklarını, torunlarını her şeylerini görmüş bir biçimde gitti. İşte ölüm öyle olmalıydı. Yarım kalan hiç bir şey olmamalı arkanda. Anneanneme üzülmedim mi, ağlamadım mı? Çok.. Ama hep bir iyi ki cümlesi de vardı yanında, ohh şöyle de oldu, böyle de oldu, bir iç rahatlığı.. Ve cenazesinde tüm torunları ve çocukları en büyük saygı ve en büyük sevgi içerisinde başındaydı.. Cenazesi, duaları son derece kalabalık son derece bereketli geçti.. İşte bir insan ölümden ne bekleyebilir ki, bu ölümler insana güzel geliyor.. Gerisi hep acı.. Hep yarım..
Tüm bunların da yanında "İş Minnoşları" adlı Whatsapp grubumuz son derece sessizdi,. Çünkü oraya da öyle ya da böyle içimizden birisinin acısı düşmüştü ve son derece saygılıydı herkes. Yine, tabii ki, elbette.. Tüm bu çok boyutlu yaşanmışlıklar kendini yeniden sorgulamana falan neden oluyor elbet.. Ama yine bir arkadaşlarınla gurur duyma ve onları yine çok sevme duygusuna da kapılmadım değil.. Ne güzel herkes. İçleri güzel işte..
Ve bugün pazartesi gözlerim şiş biçimde yerimde, işimde oturmaktayım. Çok fena geçti üstümden bu işler.
Hani burda da ağladım, ağladım lafı bir sinir, ama duygunun başka adı yok, var mı bilemedim?
Bir derin uff.. Bir derin nefes çektim şimdi.
Geçecek elbet.
Allah rahmet eylesin tüm gidenlere.
Bu da Can'ın bloğu, Serkan'ın babasına yazdığı yazı
Canlı: mavi gözlü dev!
5 Mart 2014 Çarşamba
İçimdeki Pır Pır Kuş..
İçimde şu an pır pır kuş var, gerçekten kanat çırpıyor. Böyle söyleyince oldukça romantik duruyor değil mi? Aşık olmuşum gibi, yeni bir heyecana gebeymişim gibi, hayatımda yeni başlangıçlar olacakmış gibi.. Ayy yazarken bile güzel geldi. Ama öyle mi hayır..
Olay ne mi? Öğleden sonra tez hocamın yanına gideceğim, dünya kadar çıktı alıp sıcak ozalit kokusunu içime çekip, o onun arasına bu kapak bunun sonuna diye kıvrım kıvrım kıvranarak yapacağım ciltlerimin doğruluğu konusunda hep şüpheli olup, süt dökmüş kedi gibi yanına gideceğim. Tamam dosyam muhtemelen güzel olacak yaptığım ödevler, bugüne kadar yazdığım yazılar ve yaptığım yayınlar oh güzel ama yine o tez konusu kısmına gelicek ve ben böylee ek ük guk şeklinde suratına bakacağım..
Off daraladım, İşte kuşun çırpınışı burda sanırım, yani öyle oynaştığından falan çırpınmıyor bu kuş.. Bildiğin kaçmak istiyor. Daraldı da kanat çırpıp uçmak istiyor.
Bulamıyorum napayım tez konum yok, 1 ay sonra yeterliliğe gireceğim bu kız iyi hoş ama konusu yok diyip bırakmasınlar benii? Oh la la diyorum kendime, durumuma.. Ça suffit! de diyorum tabii yeter ulen bağlamında.. İşte böyle zamanlarda ben hakikaten ne halt ediyorum ne işim var bu tezlerle mezlerle diyorum da kendi kendime ama ben hep yetersizim duygusu peşimi bırakmıyor. Çocukluktan mı geldi, bilincime mi girdi, kim soktu, manyak mıyım, derdim ne bilmiyorum.. Ama şunu biliyorum bir şey yapmadığım zamanlarda bunalımdayım kesin.. Ben ne boş bir insanım, ben ne işe yararım, ben niye yaşıyorum noktasına kadar geldiğimi bilirim.. Ama böylesi de başka bir bunalım konusu, ama ben beceremiyorum, üff çok yoruldum, aman çok sıkıldım, deli miyim bunlarla uğraşıyorum, tez yazacağımda ürettiğim bilimsel bilgi kullanılacak da falan o kadar sıkıcı ki...
Yani ben iki delilik arasında iki sıkıcı nokta ve iki bunalım hissi arasındayım hangisini seçsem sıkıntıdayım sayın okuyucu. Benim ilacım var mı bilemedim.
Kim çözer göremedim.
Ay biraz rahatladım mı ne? Ohhh..
Notlara geçeyim orası eğlenceli olsun.
Not 1. Dün Sercan yazdıklarımı okudu, ama başlıklara bakarak ya Ilgın bana komik olanları aç dedi. Deli mi ne? Komik günlük mü olur dedim bende, günlük dediğin iç sıkıntıları, böööğürmeler falan olur. Al bak bu yazı da öyle oldu.
Not 2. Bloğumu açmamla sevgili arkadaşım Gizem beni taçlandırdı, göklere çıkardı, hepsine neredeyse yorum yazdı, okudu ilgilendi sağolsun. Çok konuştuk bu vesileyle, iletişime geçtik.
Not. 3. Kıvanç çok yakışıklı.
Olay ne mi? Öğleden sonra tez hocamın yanına gideceğim, dünya kadar çıktı alıp sıcak ozalit kokusunu içime çekip, o onun arasına bu kapak bunun sonuna diye kıvrım kıvrım kıvranarak yapacağım ciltlerimin doğruluğu konusunda hep şüpheli olup, süt dökmüş kedi gibi yanına gideceğim. Tamam dosyam muhtemelen güzel olacak yaptığım ödevler, bugüne kadar yazdığım yazılar ve yaptığım yayınlar oh güzel ama yine o tez konusu kısmına gelicek ve ben böylee ek ük guk şeklinde suratına bakacağım..
Off daraladım, İşte kuşun çırpınışı burda sanırım, yani öyle oynaştığından falan çırpınmıyor bu kuş.. Bildiğin kaçmak istiyor. Daraldı da kanat çırpıp uçmak istiyor.
Bulamıyorum napayım tez konum yok, 1 ay sonra yeterliliğe gireceğim bu kız iyi hoş ama konusu yok diyip bırakmasınlar benii? Oh la la diyorum kendime, durumuma.. Ça suffit! de diyorum tabii yeter ulen bağlamında.. İşte böyle zamanlarda ben hakikaten ne halt ediyorum ne işim var bu tezlerle mezlerle diyorum da kendi kendime ama ben hep yetersizim duygusu peşimi bırakmıyor. Çocukluktan mı geldi, bilincime mi girdi, kim soktu, manyak mıyım, derdim ne bilmiyorum.. Ama şunu biliyorum bir şey yapmadığım zamanlarda bunalımdayım kesin.. Ben ne boş bir insanım, ben ne işe yararım, ben niye yaşıyorum noktasına kadar geldiğimi bilirim.. Ama böylesi de başka bir bunalım konusu, ama ben beceremiyorum, üff çok yoruldum, aman çok sıkıldım, deli miyim bunlarla uğraşıyorum, tez yazacağımda ürettiğim bilimsel bilgi kullanılacak da falan o kadar sıkıcı ki...
Yani ben iki delilik arasında iki sıkıcı nokta ve iki bunalım hissi arasındayım hangisini seçsem sıkıntıdayım sayın okuyucu. Benim ilacım var mı bilemedim.
Kim çözer göremedim.
Ay biraz rahatladım mı ne? Ohhh..
Notlara geçeyim orası eğlenceli olsun.
Not 1. Dün Sercan yazdıklarımı okudu, ama başlıklara bakarak ya Ilgın bana komik olanları aç dedi. Deli mi ne? Komik günlük mü olur dedim bende, günlük dediğin iç sıkıntıları, böööğürmeler falan olur. Al bak bu yazı da öyle oldu.
Not 2. Bloğumu açmamla sevgili arkadaşım Gizem beni taçlandırdı, göklere çıkardı, hepsine neredeyse yorum yazdı, okudu ilgilendi sağolsun. Çok konuştuk bu vesileyle, iletişime geçtik.
Not. 3. Kıvanç çok yakışıklı.
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)